25 Temmuz 2014 Cuma

Çay Hatıratı

"Ve oturdu mu bir masaya verirdi çay içmenin hakkını..." der Cahit Zarifoğlu.

"Çay" dediğin, iki yürek arasında bir su "yol"u. Ve sen o yolda ıslanmayı iyi bilmelisin. 
Çünkü ne kadar verebiliyorsan çay içmenin hakkını, o kadar dostsun. 
O kadar hafifletirsin yükünü, o kadar ferahlatırsın içini ve o denli yumuşatırsın kalbini. 
Oturup etraflıca bir masaya çay içebilmek mühim şey, ümitli şey. 
İşte bu yüzden, herkesle her şeyi iç; ama çayı onla bunla israf etme. Bu dünyada çaya şiir yazan kadınlar varken hele...
Çaya yakışan manzaralar ve o manzaraya yaraşan insanlar hiç eksik olmasın dilerim. Âmin. 

21 Temmuz 2014 Pazartesi

Yürek Sancısı Hatıratı

Bir insan yüreğini en çok ne acıtır bir yaşama sırasında?
-Can parçaları.

Sizin içinizde parçalananlar değil, 'can'ların içinde ufalananlar batar...
Hani, kendi başına gelse yüreğini teğet geçer de, onun başına geldi mi unufak oluverirsin ya...

Keşke bu hayatta sevdiklerimizin başına hiçbir şey gelmese, ayaklarına diken bile batmasa, gözleri yaş nedir bilmese, canları hiç yanmasa, yakmasa..

Herkesin bir zayıf karnı var. Benimki de sevdiklerim. Başlarına bir fenalık gelse fırtınalar benim limanımda kopuyor. İnsan kendini en çok böyle zamanlarda çaresiz hissediyor.

Oldum olası, hep. Bir yenemedim bu duyguyu.

10 Temmuz 2014 Perşembe

Hayat Misafiri Hatıratı


    Geçen gün Nil Karaibrahimgil'in bir yazısını okudum. Duygularımı ancak bu kadar iyi ifade edebilirdi.

         Şöyle diyordu;
"Beni görmeye gelecek misin bu yaz?
  Senin tuhaflıklarınla dalga geçerek geçen yıllarımızda, ne eğlendik değil mi? O zamanlar yalnızdık ikimiz de. Uzun uzun Rumelihisarı'na yürürdük. Ne olacağımız belli değildi, her genç gibi. İçinde varoluş hüznü taşıyan iki kızdık. Yürürken yolda ne çok şey bırakıyor insan, taşıyamıyor her şeyi. Aman hayalleri bırakmasın da değil mi? Bazı şeylerden vazgeçmenin dönüşü yok çünkü. Biz de bıraktık çoğu şeyi geride. Şimdi aynaya baktığımda, daha sevgi dolu bir yüz görüyorum. O eski endişeler gitti. O kendimle meydan savaşları bitti. 30'lara geldiğime memnunum. Önüme koydum kendimi, uzun uzun baktım. Yahu dedim, elimdeki avucumdaki bu. Çekiştirip durmayayım artık şunu. Daha da önemlisi izin vermeyeyim kimsenin çekiştirip durmasına. Senin mücadelen nasıl sonlandı?
  Hatırlıyor musun, evlenmeden önce bana bir mektup yollamıştın. "Sonunda gözüm kapalı, kendimi sırt üstü bırakabileceğim bir erkek, yanağımı huzurla dayayabileceğim bir omuz buldum." yazmıştın. Bunca yıl sonra erkeğini bulmanın mutluluğunu satır satır okurken ağlamıştım. Kaderin hikayenin neresine karşımıza o hep aradığımızı çıkaracağı belli olmuyor.
  İnsanın, ona her zaman, aslında kim olduğunu hatırlatacak çocukluk arkadaşları olması gerek.  Böylece başına gelen şeylerin, şansların, şanların şöhretlerin simlerinden sıyrılıp kendinle hep ten teması kurabiliyor. Kibrin süprülüyor.
  İşte bu yüzden canım arkadaşım, benim sana çok ihtiyacım var. Biliyorsun, kimse hep dik duramaz, herkesin şeklini bozup yamuk yumuk olduğu zamanlara özlemi vardır.
  O günlere dönmek için seni bu yaz muhakkak bekliyorum.
  Geçen kış, bu ağustosta gelirim demiştin. Ağustos yaklaşıyor. Sana süprizlerim var."

  İnsan kaç kişiye öylesine rahat ; "senin olduğun yer bana tamam." diyebiliyor?
  Böylesi arkadaşlar, gençlik arkadaşları her ömre nasip olmuyor bilirim. Kendimi şanslı addeder, nefis bir çay demlerim.
  Bazen hayat çok "şükür".

Ve 'o' beni ziyarete geldi.

Yeni Bir Hayat Kurma Hatıratı


  İnsan bir kere düzenini bozmayı göze alıyorsa, alabiliyorsa, bir daha dikiş tutturamamayı da göze almış demektir.
  Nitekim, kendimce 'büyük bir kumar' oynayarak çıktığım yoldan dönüşüm, bambaşka yollara gebe kaldı. O 'yol' hiç bitmedi, sanırım bitmeyecek de...
  "Gidersem" sanki büyük bir buhran bulutunu da delip dışına fırlayacakmışım gibi kaçtım 'düzenim'den. Her şey öyle aynıydı ki... O kadar olağan, öyle sıradan... 
  Gidersem sanki yeni bir bedene bürünecektim ve ne varsa canımı sıkan, gözüme batan, artık olmayacaktı. 
  Ait hissedemediğim her şeyi yıkıp, sıfırdan, kendime ait bir şey yaratma çabasıydı benimki. 

  Şöyle der şair,
"Yerleşiklikten rahatsız olan kişinin gezginlikte aradığı, aslında, yerleşebileceği bir yerdir. Düzenini bozarak gezginliğe çıkan kişi, kendi düzeninin peşine düşmüştür." (Oruç Aruoba)
  Ben kendi düzenimin peşine düştüm. Aramaya koyuldum. Yolda araya araya, kendim oldum. 
  Varolan düzeni bir kere bozunca defalarca, yeniden düzen kurmaya alışık olmak gerekiyor-muş. Bundan sonrası hep kur, boz, ve yeniden kur...
  Gel zaman git zaman, düzensizliğe çok alıştım. Yeni düzen kurmak ya da varolan düzeni bozmak, beni o kadar da bozmamaya başladı. Hiçbir zaman su olup akamasam da artık toprak olup saplanmıyorum da.
  Hem, dünya da biraz böyle bir şey değil mi? Hep konup hep göçülen, hiç yerleşilemeyen... İşin doğası da biraz bu olsa gerek.
  
  Mottomun doğru çıkmasının haklı gururunu yaşıyorum;
"'Hakk’ın karşına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın. "Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir" diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?" (Şems-i Tebrizi)
  Ne de olsa Mevlâm eyler, ne eylerse güzel eyler. Don't panic dude! :)
  
  
 
  
Hayatımın altının üstü (TEMSİLİ:) -Arnavutköy