30 Kasım 2016 Çarşamba

Kasım Hatıratı

Bana öyle geliyor ki,
her Kasım düzenli olarak halet-i ruhiyemizin kayıtlarını tutsak,
sonra sayfaları bir araya getirip bir külliyat oluştursak,
biz göçtükten sonra o külliyatı okusalar naaşımızın başında,
kimsenin kimseye, ortada boylu boyuna uzanmış tanınmaz haldeki bedenimiz hakkında tek kelam etmesine gerek kalmaz,
herkes ruhumuzun röntgeninden kim olduğumuzu çıkarırdı.
Hatta o röntgenden, bir yaşama sırasında yüzümüze gözümüze bakarak çıkaramadıkları nice mânâyı da çıkarırlardı.
Öyle özet kabilinden bir derleme.

Bir insan ile bütün bir Kasım ayını birlikte geçirmemişsek, geçirememişsek, geçirmeye dayanamamışsak, geri kalan 11 ayda da kalabalık etmeyelim derim.

13 Kasım 2014 Perşembe

Terapi Hatıratı

Bu aralar ruhum bedenimden sıyrılmaya çalışıyor adeta!
Sanki "N'olur, haydi artık bi kabuk değiştirelim!" diye yakarıyor bana.

"Hazır mısın?" diye sordu ona içim.
"Daha nereye kadar bekleyeceğiz? Erteleye erteleye bir ömrü tüketeceğiz." diye yanıtladı daha içim.

Ki ben, nicedir, hiçbir şeyi ertelemeyeceğime dair kendime sözler verdim.

Artık kimseye "eyvallah"ımın olmayacağının manifestosu bu. İçimden bir ses yükseliyor, avaz avaz, ona kulak vermeliyim, bir ruhun bunca değişim isteğine bir cevap vermeliyim.

Hayatımın tam merkezine kendimi koydum, geçtim karşısına onunla konuştum.
"Memnun musun yerinden?" diye sordu içim, "Rahatta mısın?". 
"Hem de hiç olmadığım kadar." dedi daha içim.

Bundan kelli, kimseye yoktur minnetimiz, biliniz.

"Terapinin nihai hedefi kendinize öncelik verdiğiniz bir hayatı sürdürmenizdir. Maalesef ülkemizde çoklukla "bencillik" zannedilen bir durum. Önceliğin kendinizde olması enerji ve zamanınızı kendi iyilik haliniz için kullanmanızdır. Bencillikle hiç ilgisi yoktur. Bencillik uzlaşmayı bilmemektir.Yani çokça fedakarlık yapan kişi aynı zamanda bencil de olabilir. Çünkü fedakarlık tek taraflı vericiliktir."-Terapi Defteri


7 Kasım 2014 Cuma

Joshua Bear Hatıratı

Geçen gün gittiğim gösteride başkasının yerine oturdum! O kişi "Joshua Bear"dı! :)
İnsanların adlarını tarihe yazdırırken aynı zamanda bir izleyici koltuğuna da yazdırabileceğini hiç düşünmüş müydünüz? 
Bir gösteri salonundaki koltuğa bilet almadan daimi olarak sahip olmak nasıl bir histir kim bilir. 
Önümdeki koltuğun arkasındaki isimliği farkeder farketmez, büyük bir heyecanla hemen arkama baktım "Joshua Bear"  yazıyordu. Hemen Google'ladım... Şöyle diyordu biri;
"50 yıllık odtü'de 41 yılını doldurmuş hoca. Derslere hala papyonla gelmekte, sınavda öğrencilerine şeker tutmaktadır."
Hürriyet'in "Türkiye'deki En Popüler Yabancı Hocalar" adlı yazısında ise şöyle bahsediliyor; 
 "ODTÜ'nün en efsanevi hocalarından. Bunu şimdiki öğrencileri not korkusundan filan söylemiyor, eski öğrencileri de ‘‘keşke o derslere yeniden girebilsek’’ diyor. Gülümsemesi ve pozitif elektriği ilk andan itibaren sizi çekiyor. Sahip olduğu bilgiyi, müthiş bir tevazu ve nezaketin arkasında gizliyor. En mantıklı, en hakperest, en şefkatli ve en faydalı hoca! Enerjisi bitecek gibi değil, bugüne kadar oturarak ders anlatmamış. Pardon, bir kez, bir ameliyat sonrası ‘‘özür dileyerek’’..
Ne mutlu bana ki 1200 tane koltuğun arasından gidip Joshua Bear'ınkini buldum. 
Ne mutlu bana ki, önümdeki isimliği farkedebildim. 
Ve yine ne mutlu bana ki Joshua Bear ile tanıştım! 

Tesadüflere inanmayan insanın hayatını nasıl da güzelleştiriyorsun hayat.



MEB Şura Salonu, Ankara


24 Ekim 2014 Cuma

Mutlu Etme Hatıratı

Bir rivayete göre, mutluluğun yolu başkalarını mutlu etmekten geçermiş.
Bir insanın kalbine dokunabilmek, yüzünü güldürebilmek, değerli olduğunu hissettirebilmek, hayattaki bütün meşgalelerden önemliymiş.
Ve bu mutluluk, her daim küçük ayrıntılarda gizliymiş.
Zaten en değerlisi de bir insanı pahada ağır şeylerle değil, yükte hafif" kıymetler"le mutlu kılabilmekmiş.
Rivayet odur ki, bana insanları mutlu edebilme kabiliyeti bahşedilmiş. Ruhlarını okuyup, "değer"lerini onlara teslim etme görevi verilmiş.
İnanış odur ki, dünya düzeni böyle böyle ayakta kalırmış. Birileri, diğerlerinin cehennemini itinayla cennete çevirir, onları hayata bağlarmış.

İşte bugün de birinin hislerine dokunmak gibi bir şey oldu.
Kıymet bilen insana kıymet vermek gibisi yok mirîm!

Bugün uzuun süredir unuttuğum bir duyguyu hatırlamak gibi bir şey oldu. Bir insanı mutlu ederek mutlu oldum. Bu sefer onun değil belki ama kendi cehennemimi cennete çevirdim.

"Hadi günümü kurtardın!" cümlesi her şeye değerdi.

Scorpions'ın dediği gibi : "Cause, i was born to touch your feelings."

24 Ekim 2014 / TBB Kalemi 

25 Temmuz 2014 Cuma

Çay Hatıratı

"Ve oturdu mu bir masaya verirdi çay içmenin hakkını..." der Cahit Zarifoğlu.

"Çay" dediğin, iki yürek arasında bir su "yol"u. Ve sen o yolda ıslanmayı iyi bilmelisin. 
Çünkü ne kadar verebiliyorsan çay içmenin hakkını, o kadar dostsun. 
O kadar hafifletirsin yükünü, o kadar ferahlatırsın içini ve o denli yumuşatırsın kalbini. 
Oturup etraflıca bir masaya çay içebilmek mühim şey, ümitli şey. 
İşte bu yüzden, herkesle her şeyi iç; ama çayı onla bunla israf etme. Bu dünyada çaya şiir yazan kadınlar varken hele...
Çaya yakışan manzaralar ve o manzaraya yaraşan insanlar hiç eksik olmasın dilerim. Âmin. 

21 Temmuz 2014 Pazartesi

Yürek Sancısı Hatıratı

Bir insan yüreğini en çok ne acıtır bir yaşama sırasında?
-Can parçaları.

Sizin içinizde parçalananlar değil, 'can'ların içinde ufalananlar batar...
Hani, kendi başına gelse yüreğini teğet geçer de, onun başına geldi mi unufak oluverirsin ya...

Keşke bu hayatta sevdiklerimizin başına hiçbir şey gelmese, ayaklarına diken bile batmasa, gözleri yaş nedir bilmese, canları hiç yanmasa, yakmasa..

Herkesin bir zayıf karnı var. Benimki de sevdiklerim. Başlarına bir fenalık gelse fırtınalar benim limanımda kopuyor. İnsan kendini en çok böyle zamanlarda çaresiz hissediyor.

Oldum olası, hep. Bir yenemedim bu duyguyu.

10 Temmuz 2014 Perşembe

Hayat Misafiri Hatıratı


    Geçen gün Nil Karaibrahimgil'in bir yazısını okudum. Duygularımı ancak bu kadar iyi ifade edebilirdi.

         Şöyle diyordu;
"Beni görmeye gelecek misin bu yaz?
  Senin tuhaflıklarınla dalga geçerek geçen yıllarımızda, ne eğlendik değil mi? O zamanlar yalnızdık ikimiz de. Uzun uzun Rumelihisarı'na yürürdük. Ne olacağımız belli değildi, her genç gibi. İçinde varoluş hüznü taşıyan iki kızdık. Yürürken yolda ne çok şey bırakıyor insan, taşıyamıyor her şeyi. Aman hayalleri bırakmasın da değil mi? Bazı şeylerden vazgeçmenin dönüşü yok çünkü. Biz de bıraktık çoğu şeyi geride. Şimdi aynaya baktığımda, daha sevgi dolu bir yüz görüyorum. O eski endişeler gitti. O kendimle meydan savaşları bitti. 30'lara geldiğime memnunum. Önüme koydum kendimi, uzun uzun baktım. Yahu dedim, elimdeki avucumdaki bu. Çekiştirip durmayayım artık şunu. Daha da önemlisi izin vermeyeyim kimsenin çekiştirip durmasına. Senin mücadelen nasıl sonlandı?
  Hatırlıyor musun, evlenmeden önce bana bir mektup yollamıştın. "Sonunda gözüm kapalı, kendimi sırt üstü bırakabileceğim bir erkek, yanağımı huzurla dayayabileceğim bir omuz buldum." yazmıştın. Bunca yıl sonra erkeğini bulmanın mutluluğunu satır satır okurken ağlamıştım. Kaderin hikayenin neresine karşımıza o hep aradığımızı çıkaracağı belli olmuyor.
  İnsanın, ona her zaman, aslında kim olduğunu hatırlatacak çocukluk arkadaşları olması gerek.  Böylece başına gelen şeylerin, şansların, şanların şöhretlerin simlerinden sıyrılıp kendinle hep ten teması kurabiliyor. Kibrin süprülüyor.
  İşte bu yüzden canım arkadaşım, benim sana çok ihtiyacım var. Biliyorsun, kimse hep dik duramaz, herkesin şeklini bozup yamuk yumuk olduğu zamanlara özlemi vardır.
  O günlere dönmek için seni bu yaz muhakkak bekliyorum.
  Geçen kış, bu ağustosta gelirim demiştin. Ağustos yaklaşıyor. Sana süprizlerim var."

  İnsan kaç kişiye öylesine rahat ; "senin olduğun yer bana tamam." diyebiliyor?
  Böylesi arkadaşlar, gençlik arkadaşları her ömre nasip olmuyor bilirim. Kendimi şanslı addeder, nefis bir çay demlerim.
  Bazen hayat çok "şükür".

Ve 'o' beni ziyarete geldi.